Otizmin nedenleri onlarca yıldır bilim insanlarının ilgisini çeken bir konu olmuştur. Günümüzde otizmin gelişiminde genetik faktörlerin büyük bir rol oynadığına dair güçlü kanıtlar bulunsa da, bu genlerin hangileri olduğu ve nasıl çalıştığı hâlâ çözülememiş bir bilmecedir. Ancak son yıllarda bilim dünyası bu karmaşık tabloyu çözmeye biraz daha yaklaşmış durumda.
Geçmişten Günümüze: Yanlış Anlayışlardan Bilimsel Gerçeklere
1940’lı yıllarda Avusturyalı psikiyatr Leo Kanner, otizmin soğuk ve ilgisiz anneler tarafından yaratıldığına inanan "buzdolabı anne" teorisini ortaya atmıştı. Bu teori, 1970’lere kadar psikiyatride baskın görüş olarak kaldı. Ancak 1977’de yapılan bir ikiz çalışması, otizmin genetik kökenleri olabileceğini göstererek bu zararlı ve yanlış inanışı çürüttü.
Çalışmada, tek yumurta ikizlerinden biri otistikse, diğerinin de otistik olma olasılığının %90’ın üzerinde olduğu bulundu. Bu oran, genel toplumda %2,8 civarında olan otizm oranına kıyasla oldukça yüksektir. Bu bulgular, otizmin genetik yönüne dair ilk güçlü kanıtlardı.
Genetik Farklılıklar: Ufak Değişiklikler, Büyük Etkiler
İnsan DNA’sında bireyler arasında yaklaşık %0,1’lik bir fark vardır. Bu, her 1000 genetik harften birinin farklı olması anlamına gelir. Bu küçük farklar bazen etkisiz olurken, bazen de ciddi nörogelişimsel değişimlere yol açabilir.
Bugüne kadar yapılan araştırmalar, otistik bireylerin yaklaşık %20’sinde tek bir gendeki mutasyonun belirleyici olabileceğini gösterdi. Bu tür "güçlü etkili" mutasyonlar çoğu zaman ciddi entelektüel gerilik, motor beceri eksiklikleri ve epileptik nöbetlerle ilişkilendirilir.
Bilim insanları şimdiye kadar 100’den fazla genin otizmle ilişkili olabileceğini tespit etti. Bunlardan biri olan Shank3 geni, beyin hücreleri arasındaki bağlantıların oluşumunda kritik rol oynar. Ancak bu mutasyonlar oldukça nadirdir ve birçok durumda “de novo” yani anne-babanın DNA’sında bulunmayan, gelişmekte olan embriyoda rastgele oluşan mutasyonlardır.
Genetik Etkileşimler ve Kalıtımın Karmaşıklığı
Bazı mutasyonlar ebeveynlerden kalıtsal olabilir, ancak ebeveyn otistik olmasa bile çocukta otizm görülebilir. Bunun nedeni, kalıtsal mutasyonun başka genetik varyantlarla birleşerek nörogelişimi etkilemesidir.
Ayrıca, tek yumurta ikizlerinden biri otistik olduğunda diğerinin %10 oranında otistik olmaması, çevresel faktörlerin de rol oynadığını gösteriyor. Prenatal hava kirliliği, pestisitlere maruz kalma, prematür doğum ve doğumda oksijen eksikliği gibi faktörler de otizm riskini artırabilir.
Beyin Gelişimi ve Kritik Dönemler
Genetik faktörlerin etkisi genellikle beyin korteksinin gelişimi sırasında kendini gösterir. Bu dönem, gebeliğin 12-24. haftaları arasında zirveye ulaşır. Bu genetik değişiklikler, beynin normal gelişim yolunu saptırabilir.
Bu tür genetik bilgiler, benzer mutasyonlara sahip çocukların ailelerini bir araya getiren destek topluluklarının oluşmasını sağladı. Ayrıca, gelecekteki gebeliklerde risk değerlendirmesi yapılmasına olanak tanıyor.
Otizm: Bozukluk mu, Kimlik mi?
Otizm çok geniş bir yelpazeyi kapsar. Bazı bireyler ciddi fiziksel ve zihinsel yetersizlikler yaşarken, bazıları için otizm bir kimlik ve hatta avantaj olarak görülür. Bu nedenle genetik araştırmalar bazı bireyler tarafından bir tehdit olarak algılanıyor. Özellikle doğum öncesi testlerin geliştirilmesi, “otizmin yok edilmesi” gibi etik tartışmaları gündeme getiriyor.
Genetik Araştırmalar Ne Sağlayabilir?
Bilim insanları, otizme yol açan genetik varyantları daha iyi anlamaya çalışırken, bu bilgilerle bireysel destek planları oluşturulabileceğini savunuyor. Örneğin, otizmle birlikte epilepsi, uykusuzluk, obsesif-kompulsif bozukluk gibi eşlik eden durumların tedavisi için genetik araştırmalar büyük fırsatlar sunuyor.
Bunun yanında, otizmle ilişkili genetik varyantların bazı olumlu yönleri de var. Bu varyantlar; sistem kurma, kurallara uyma, yüksek matematiksel ve sanatsal beceriler gibi özelliklerle ilişkilendirildi. Ayrıca, akademik başarıyla da pozitif ilişkiler gösterdiği saptandı. Bu da otizmin evrimsel süreçte neden hâlâ popülasyonda kaldığını açıklayabilir.
Gelecek Tedaviler: Gen Terapisi ve CRISPR Umudu
Otizmin genetik nedenlerini hedef alan tedavi araştırmaları da hızla ilerliyor. Shank3 mutasyonuna sahip çocuklar üzerinde lityum tedavisi deneniyor. CRISPR teknolojisi ile doğmamış bebeklerde gen düzenleme yapılması dahi gündemde. Ancak bu tür müdahaleler etik tartışmaları da beraberinde getiriyor.
ABD’de başlatılan bir klinik çalışmada, Shank3 mutasyonu ve Phelan-McDermid sendromuna sahip çocuklara yönelik gen tedavisi uygulanıyor. Bu çalışmalar, sadece genetik tanı konmuş bireylerde yapılabiliyor.
Kapsayıcı Bir Yaklaşım Şart
Otizm üzerine yapılan genetik araştırmalar, hem büyük fırsatlar hem de önemli sorumluluklar barındırıyor. Ağır etkilenmiş bireyler için tedavi seçenekleri geliştirilebilirken, toplumsal düzeyde de nöroçeşitliliğe saygı duymak, damgalamayı azaltmak ve herkesin kendi potansiyelinde gelişmesine imkân tanımak gerekiyor.
Genetikçi Thomas Bourgeron’un da dediği gibi: “Otizmli bireylerin bazıları hayat boyu bakım gerektirirken, bazıları yalnızca okulda özel desteğe ihtiyaç duyar. Hepimizin yapması gereken, farklı çalışan bireylerin de toplumda yer bulmasını sağlamak.”
1 Yorum
Erkay Yener
22-04-2025 07:32Otizmle ilgili bu kadar derinlemesine ve bilimsel bilgiler içeren bir yazıyı okumak gerçekten çok aydınlatıcı oldu. Genetik faktörlerin bu kadar etkili olduğunu bilmiyordum. Anlatım dili hem sade hem de bilgilendirici. Emeğinize sağlık!